Tarihte Zağpa Karyesi (Köyü) cesametinden ve dağınık vaziyetteki yapılaşmasından dolayı 1899’da bir imam ve muhtarla idare edilemediğinden bir imam ve bir muhtar daha talep edilmiş ve neticede Zağpa-i Zir (aşağı) ve Zağpa-i Bala (yukarı) olarak ikiye ayrılmıştır. 1835 yılı nüfus sayımına göre Zağpa-i Zir 107 haneden oluşmakta ve 330 erkek nüfusa sahip bulunmaktadır. Zağpa-i Bala ise 55 hane ve 178 nüfustan ibarettir. Bunların 35’i yaşlı, 61’i genç ve 82’si çocuktur. Toplam nüfusu bulmak için (kadın ve kızlar dahil) genel kural bu sayıların beşle çarpılmasıdır. Bu durumda 1835 yılında Zağpa’nın (508×5) 2540 yaklaşık toplam nüfusa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu sayı bir köy için önemli bir sayıdır.
Mehmet Fatsa’nın XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GİRESUN (SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT) adlı kitabında zağpa ile ilgili olarak aşağıdaki bilgiler verilmiştir.
Kelkit çayı kenarında bulunan köyün tarihine ait kayıtlar 15. Yüzyılın ikinci yansına kadar inmektedir. 1485 tarihli vergi kaynarında Karahisar-i Şarki içinde Eliğe nahiyesine bağlı 19 haneli bir köy olarak zikredilmiştir. Bu tarihte Hıristiyanlar ile Müslümanların karışık yaşadığı Zağapa’ya bağlı, yedi Müslim hanenin mukim olduğu bir de mezra vardır.
Zağapa halkının 16. yüzyılın başlarında Hıristiyan olduğu, daha sonraki tarihlerde Müslüman Türklerin İskânı ile giderek etnik yapının değiştiği anlaşılmaktadır. Nitekim 1530 tarihinde köyde 26 Hıristiyan vergi mükellefi tespit edilmiştir. 1547’de 18 hane, iki yetişkin Müslüman, 30 nefer de Hıristiyan vardır. 1569’da ise 44 Müslüman hane, 41 Hıristiyan nefer kaydedilmiştir. Bu tarihlerde köy halkının arpa, buğday, fiğ ve bostan ürettiği, ayrıca arıcılık ve hayvancılık yaptığı ifade edilmektedir. Yapılan bu üretime karşılık olarak devlete 1530’da 3.374 akçe, 1569’da ise 12.995 akçe vergi ödediği bilgisi verilmektedir. Bu tarihlerde köyde bir de boyahane (imalat) vardır. Boyahaneden 2.000 akçe, Yavluk adlı mezradan 619 akçe vergi alındığı belirtilmektedir.
Söz konusu vergi defterlerinde Zağapa’da imam ya da müezzin kaydı yapılmamıştır. Ancak bu köye yakın olduğunu tahmin ettiğimiz 12 haneli karye-i Aziz adlı iskân yerinde Mevlânâ Seydi adlı bir imamdan söz edilmiştir. Aziz köyünün nereye tekabül ettiği kesin olarak bilinmese de bu köyde yaşadığı bildirilen Abdullah oğlu Hacı Kasım ve İbrahim oğlu Ali adlı şahısların, Şebinkarahisar Kalesi görevlileri olarak zikredilmiş olması, köyün konumu hususunda bir fikir vermektedir.
Ayrıca tarihi tam olarak bilinmese de burada Osmanlı’nın klasik döneminde inşa edildiği anlaşılan cami, Giresun yöresinin en eski camilerinden biri olma özelliğini korumaktadır.
1643’de burada 94 Müslüman hane, vergi mükellefi olarak kaydedilmiştir. Ayrıca bu köye bağlı yukarı Mahallede 71 Müslüman mükellefin adı verilmiştir. Bu tarihte yörenin en büyük kır yerleşimi Zağapa’nın imamı, Kaya oğlu Balak Mehmet ile müezzini Mansur oğlu Molla İvaz da bu mahallede oturmaktadır.
Ayrıca köyde oturan 25 kişi de köprü onarımı hizmetiyle görevlendirilmiştir. Bundan köyün İpek yolu üzerinde stratejik küçük bir menzil olduğu anlaşılmaktadır. Hiç Hıristiyan bulunmayan köyün Sünni akideye bağlı olduğunu vurgulamak gerekir. Zağapa köyünün kurulduğu Kelkit çevresinde halen Aşağı Zağapa (Sarpkaya), Orta Zağapa (Bayır) ve Yukarı Zağapa (Gürçalı) adıyla uç iskân yeri vardır. Bunlardan Aşağı Zağapa’da içinde cami, medrese, hamam, imaret ve han bulunan bir külliye ile buradan bir de ahşap köprüden söz edilmektedir.
Zağpa’nın bağlı bulunduğu nahiyesi Mindeval ise, 1853’lerde bağımsız müdürlük olarak idare edilmekte iken önce Suşehri’ne daha sonra Alucra’ya bağlanmıştır. Uzun yıllarda Alucra’nın nahiyesi olarak kalmıştır.
Günümüzde ise, Zağpa, Gürçalı Köyü (Zağpa-i Bala), Sarpkaya Köyü (Zağpa-i Zir), ve Bayır Köyü (orta Zağpa) olarak üçe bölünmüş durumdadır. Gürçalı Köyü 150 hane, Sarpkaya Köyü 224 hane, Bayır Köyü 30 hanedir. Ancak çoğu haneler yazlıkçı konumundadır. Çok eski tarihlerden beri köyden gurbete çıkanlar olduğu bunlar arasında Dersaadet’te Polis olanların da olduğu bilinmektedir.
Zağpa jeolojik yapısı itibarıyla taşlık, kayalık ve dik yamaçlardan oluşmaktadır. Bektaş Bey Caminin bulunduğu yere çıkabilmek için de dik ve virajlı yollardan geçmek gerekmektedir. Yol burada bulunan kayalar kırılarak açılmıştır.
Zirveye ulaşıldığında karşımıza nispeten düz bir arazi yapısı çıkmaktadır. Bektaş Bey Cami’de bu düzlüğün başlangıç noktasında bulunmaktadır.
Aynı yoldan inerken çekilen fotoğraftaki manzara köyün coğrafi yapısı hakkında fikir vermektedir.
Bektaş Bey Cami köyün hayırseverlerinin öncülüğü ile 2001 ile 2004 tarihleri arasında onarılmıştır. Caminin damında bulunan loğlanmış toprak tasviye edilerek cam yünü serilmiş, çatısı yenilenmiş ve üzeri sac kaplanmıştır. Kesme taş olan dış duvarları elden geçirilmiş, taş araları yeniden derzlenmiştir. Caminin içinde de muhtelif onarımlar yapılmıştır. Bu onarımlar esnasında binanın çatı kısmında tevafuken bazı Osmanlıca belgeler-yazılar bulunmuştur. Yazılar büyük oranda zarar görmüştür. Yazıların incelenmesinden doğrudan camiyle ilgisi olmadığı anlaşılmaktadır.
Ancak camide bulunmuş olması bir şekilde caminin inşası sırasında burada unutulmuş olduğunu düşündürmektedir. Bu nedenle belgede yazılı bulunan 1233 (1818) tarihini caminin yapılış tarihi olarak kabul edebiliriz. Zaten bazı kaynaklarda da bu tarih caminin yapım tarihi olarak belirtilmiştir ki bununla örtüşmektedir.
Cenâb-ı suver-i nev-i beni âdem……….eb-i beka-i âlem azze ve şânehu ve lâ ilâhe gayruhu hazretleri.
Kudretlü, inayetlü, merhametlü……Ekrem Efendim hazretleri…..cenab-ı
……..mikdarat-ı semaviye?ve arziyye …………..nazarren …..kırk …..idi?……niyaz………
kadimleri ki? ………….devletlerinin ………kadim ….ve yerine …………çakeranem ……….
cezam?….devam-ı beka-yı ömr ü devlet ……….olduğumu arz ve beyan …….
merhametkâfi?efendim ile evlat ………..olduğum maalum-ı âli …….buyurulmak…..
Baki emr ü ferman devletlü, inayetlü………..
Belgenin en alt kısmında (eğik yazı): Dirayetkâr Efendim,
…..Eğri Mehmed oğlu’nun kayığından Mısırlızâde Ali Ağa, yirmi kile hınta (buğday) ahz eylediğini malûm-ı inayetleri (yardım,medet) buyurula..
Üst sol tarafta Fırıncı esnafına tevzi olunan …..
Sağ cenah : Ağa Efendi yediyle teslim olunan (Lazut ?) mu ki ? kile 550
Ünyevî Egdi Bey kayığından teslim olan 2..0
Ünyeli zımmi Çolak Oğlu Yanik Reis kalyonu 250
Sol Cenah : Furuncu esnafına tevzi olunan Düyûn yerine —— .. Kuruş
Ünyeli Kabdam Reis kayığıyla gelen …450
Ünyeli Egdi/Eğri Mehmed oğlu Ali kayığıyla Hınta 180
Etmekçi esnafına pirinç baha teslim
Sol Alt :
Egdi Bey kayığıyla gelen pirinç kıyye
Bala-yı mestur ihrac olan
Ünyevi (Ünyeli) anlamına gelmektedir.
Bi-mennihi teâlâ (Allah nasip ederse)
Hâlen Çarşanbalı saâdetlü, mekremetlü-ı (izzet ve şeref sahibi) karındaşı eazzim (çok aziz kardeşim) Hacı Menteş(e) Ağa vusûl bulsa..
Saâdetlü, mekremetlü-ı (izzet ve şeref sahibi) karındaş izam (büyükler) hazretlerinin…..
En üstte: Hacı Menteş Ağa
En altta: Hüseyin Alemdar
Tarih: 19 Recep (12) 33 ( 25 Mayıs 1818)
Belgelerle ilgili olarak bunların caminin yapımı için sahilden gelenler (usta veya mimar vb.) tarafından yanlarında getirildiği düşünülebilir. Ünye bağını da aşağıda Çeçenzâde Hasan Paşa bahsinde görmek mümkün olacaktır.
Bektaş Bey’in Trabzon Beylerbeyi tarafından idareci olarak (Voyvoda-Derebeyi) bölgeye yollandığı ve çok sert mizaçlı, otoriter birisi olduğu halk arasında anlatılmaktadır. Bu gelişme bölgenin Erzurum Vilayetinden Trabzon Vilayetine bağlandığı döneme denk gelmektedir.
Karahisar-i Şarki’nin 1805-1865 yılları arasında Trabzon’a bağlı liva olduğu bilinmektedir. Ayrıca 1851’de Suşehri’ne bağlanana kadar bağımsız, müstakil müdürlük olduğu da bilinmektedir. Bektaş Beyin Mindeval’da görev yaptığı dönem Osmanlının çok zor durumda olduğu bir zaman dilimine denk düşmektedir. Ayan ve hanedanların isyanları, Osmanlı-Rus savaşı, Yeniçerilerin durumu, eşkıya olayları vb. nedenlerle pek çok cephede mücadele edilmeyi gerektirmektedir. Bu durumu anlayabilmek için konuyu idari yapı ile birlikte açmak gerekmektedir.
Ülkenin idari ve mülki taksimatı başında bulunan Beylerbeyi ve Sancakbeyi mülki ve askeri vazifelerini ifa ederken tımar ve zeamet sahiplerinden faydalanırdı. Devlet arazisi ekseriyetle has, zeamet ve tımarlara taksim edilmişti. Haslar padişah ve saltanat hanedanına tahsis olunur, bundan başka vezirlere, beylerbeylerine, sancakbeylerine ve sair kimselere, vazifeleri devamınca tahsis edilirdi. Tımar sahibi kılıç hakkından sonra her üç bin akçe için bir cebeli hazırlamak mecburiyetindeydi.
Osmanlı Devleti arazi rejimi taşra teşkilatının esasını teşkil eder. Dirlik sistemi veya tımar sistemi denen bu rejim, idare teşkilatının kuruluş ve işleyişine, personel ve maliyesine etki yapmıştır.
Tımar, en geniş manasıyla bir yere ait vergi gelirlerinin tamamının veya bir kısmının dirlik olarak havale yoluyla bir görevliye devri, bu devir karşılığında da bazı hizmetlerin o görevliye yüklendiği mali, idari ve askeri amaçları olan bir sistemdi. Yapılan tevcih ve tahsise dirlik denip üç bölüme ayrılırdı:
– Tımar : Üç bin akçeden yirmi bin akçeye kadar irad getiren dirlikler.
– Zeamet : Yirmi bin akçeden yüz bin akçeye kadar irad getiren dirlikler.
– Has : Yüz bin akçeden fazla irad getiren dirlikler.
16 yy ikinci yarısından itibaren bozulan dirlik sistemindeki timar sahiplerinin yerini çoğunlukla sipahi kökenli ayan adı verilen nüfuzlu ve zengin kimseler almaya başlamıştı. Devlet bu kimselerden vergi ve asker toplanması gibi işlerde yardım talep ediyordu. Önceleri devlet adına asker ve vergi toplarken iyice güçlenince kendi adlarına asker ve vergi toplayan bu ayanlar bazen güçlerini birkaç nesil sürdürmüş ve Anadolu’da yerel hanedanlar oluşmuştu. İleri ki asırlarda güçlerini artıran ve bölgesel güç haline gelen bu ayanlar bazen hudutların savunmasını bazen de bölgelerinin idaresini üstlenmişlerdi. Ayanların gücüne dayanarak ayakta durmaya çalışan devlet, onların vergi ve asker toplama bahanesi ile halkı soyduğu ya da birbirleri ile olan mücadelelerinde halkı ezdiği zamanlarda onlara söz dinletememiş, çoğu kez söz dinlemeyip baş kaldıran bir derebeyi diğerlerinin yardımıyla tepeleyebilmişti.
Devlet bu kesmekeş içinde merkezi otoriteyi kuvvetlendirmek için bazı ıslahat teşebbüslerinde bulunmuş fakat bu teşebbüsler kazan kaldırma ve isyan hareketleri ile boğulmuştu. Gerek III. Selim (1789-1807) gerekse II. Mahmut (1808-1839) dönemleri bu olayların yükseldiği ve kontrol altına alınmaya başladığı dönemler olmuştur.
İşte Bektaş Bey böyle bir dönemde Mindeval vadisinde görev yapmıştır. Peki Bektaş Bey kimdir, nasıl ve ne şartların sonucunda buraya gönderilmiştir.
Bektaş Bey, dışarıdan bölgeye atanmış olsa da ayandan olduğu söylenebilir. Yani Karahisar’ın dışında yetişmiş olsa da babası Çeçenzâde Hasan Paşa’nın aslen Karahisarlı olması nedeniyle halkın ileri gelenlerinden ve söz sahibi kişilerinden (müteneffizan) olduğunu kabul etmek lazımdır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığında bulunan bir belge bu konuya ışık tutmaktadır. A.MKT. 205/50 – 20 Recep 1265 tarihli ve “Muzıka neferi Ali Osman Bey’in Karahisar-ı Şarki henedanından Çeçenzade müteveffa Bektaş Bey’deki alacağının oğlu Mehmed Tayyar Bey’den tahsiline dair Trabzon valisine şukka” konulu belge bir kaç hususta bilgi vermektedir. Birincisi Çeçenzâde Bektaş Bey’in Karahisar-i Şarki hanedanından olduğunun belirtilmiş olmasıdır. İkincisi vefat etmiş olduğunun anlaşılması ki bu tarih 1849’a veya öncesine tekâmül etmektedir. Üçüncüsü de Mehmet Tayyar adında bir oğlu olduğunun belirtilmiş olmasıdır. Bu detaylar ve Hasan Paşa’nın yaşamından kesitleri içeren kapsamlı bir yazı için araştırmalarımız devam etmekle birlikte yazımızın ilerleyen bölümünde ana hatlarıyla bilgiler verilecektir.
Buna göre, Bektaş Bey’in buradaki konumu Vali ve mutasarrıflar tarafından atanan voyvodalıktır. Genel kabul ve rivayetler de Trabzon Beylerbeyi (Vali) tarafından atandığı şeklindedir. Onu atayan kişi de babası Çeçenzâde Hasan Paşa’dır. Trabzon valiliğinde (1811-1918) kendisine vezirlik payesi verilen Hazinedarzâde Süleyman Ağa bulunmaktadır. Bazı hallerde valilerin görev alanlarının vilayet dışındaki bir takım yerleri de kapsamaktaydı. Meselâ Canik Muhassılı iken, o sırada henüz kapucubaşu unvanına sahip olan Hazinedarzâde Süleyman Ağa’ya; muhassıllık vazifesine ilaveten “Trabzon Mütesellimliği ve Kastamonu ve Amasya ve Gümüşhane ve Gönye sancaklarının ve bilcümle Karadeniz yalılarının ağavât ve askeriyesi başbuğluğu ve sevâhil-i Bahr-ı Siyah ve Faş Seraskerliği” verilmişti. Bu sırada unvanı Ser-bevvâbîn” idi. Süleyman Paşa (âyan kökenlidir) , vali olduktan sonra kendisi Rus hududunda bulunduğundan Canik’te bulunan kethüdası Çeçenzâde Hasan Ağa’yı Trabzon kaimmakamlığına tayin etmişti. Kaimmakam Hasan Ağa, Canik’ten yeterli asker ve mühimmatla harekete geçerek, Giresun da dâhil olmak üzere, yoldaki iskelelere hakim olan ağaları kuvvet kullanarak perişan edip kalelerini ele geçirdi. Trabzon’a gelen Hasan Ağa bölgede şekavet yapan birçok ağa ve ayanı da hizaya sokmaya başlamıştı. Bölgedeki ağaları hizaya sokan Hasan Ağa duruma hâkim olmuş ve bölgede birkaç yıl düzen sağlanmıştı.
Bu yıllarda Tuzcuoğulları’nın (Memiş Ağa) önderliğinde yaklaşık 20 yıl tüm Doğu Karadeniz bölgesini (Artvin, Rize, Trabzon, Gümüşhane, Giresun, Ordu ve Samsun) etkileyen isyanlar yaşanmıştır. Memiş Ağa 1815 yılında bölgede bir isyan hareketi başlatmıştı. Of ve Sürmene tarafındaki ağalar Memiş Ağa’dan işaret alınca harekete geçmiş ve bulundukları kazaları ele geçirip Hazinedarzade Süleyman Paşa’nın adamlarını buralardan kovmuşlardı.
Yardım alma umudu olmayan Çeçenzade Hasan Ağa 18 Ağustos’ta temin ettiği kayıkla şehirden kaçarak Hazinedarzadenin memleketi olan Ünye’ye gitmiş ve Trabzon Tuzcuoğlu Memiş Ağanın eline geçmişti. Taraftarlarına çeşitli görevler dağıtan Memiş Ağa sancak dahilindeki kazaları onların arasında taksim etmişti. Kendisi Şebinkarahisar üzerine yürürken Giresun Kalesini ele geçirmeye çalışan Darçınoğluna yardım göndermiş, Hacısalihoğlunu Gümüşhane üzerine sevk etmişti.
Babiali olayları haber alınca Bolu ve Kastamonu Mutasarrıfı Ali Paşa’ya askerleri ile bölgeye gitmesini emretti. Amasya, Tokat, Erba, Niksar ve Sivas bölgelerinin yöneticilerinden bölgeye yardım kuvvetleri göndermesini isterken Mehmet Tahir Efendi komutasındaki iki savaş gemisini Çeçenzade Hasan Ağa’nın yardımına göndermişti. Ünye’deki Hasan Ağa’da bölgedeki taraftarlarından asker toplayarak Giresun’u ele geçiren Darçınoğlu’nun üzerine yürümüştü. Neticede iki ay süren muharebeden sonra 26 Ekim 1917 tarihinde Tuzcuoğlu Memiş Ağa Of’da ele geçirildi ve yaşı yüzü geçkin iken öldürüldü.
Yıllar sonra 28 Ocak 1824 tarihinde yapılan atama ile de, daha önce Trabzon Kaimmakamlığı yapmış Çeçenzâde Hasan Paşa Trabzon eyaleti ile Faş kalesi muhafızlığına getirildi. Hasan Paşa paşalık verilerek (1825-1827) Trabzon Valiliğe atandı. Çeçenzâde Hasan Paşa aslen Karahisar-i Şarki’lidir. Bunu belgelerden anlıyoruz.
T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Fon Kodu: HAT, Dosya No: 876, Gömlek No: 38806, Tarihi: 1240 M (Muharrem) 25, Konu Özeti: Trabzon Valisi Hasan Pasa memleketi olan Şarki Karahisar’ı ziyaret ve bir kaç gün ikametten sonra hükümetinin merkezi olan Trabzon’a muvasalat (ulaşmak, vasıl olmak) ettiği, halkı hüsn-i idare ile padişaha hayır dualar celp eylemekte olduğu.
Hasan Paşa’nın Trabzon’a atandığı sırada eyalette bir kargaşalık hüküm sürüyordu. Trabzon valisi ve Anapa muhâfızı Hasan Paşa’nın Trabzon’da mütesellimi olan oğlu Bektaş Bey, Trabzon ağalarından bazılarının da Erzurum’da olduğu gibi kapıcıbaşılık ve silahşorluk tevcihiyle taltif edilmelerini İstanbul’a yazdığı bir şukkasıyla talep etmiştir.
1826 yılında emrindeki kuvvetlerle Anapa kalesine gitmesi emrini alan Çeçenzade Hasan Paşa yanına Canik Muhassılı Hazinedarzade Osman Ağa’yı alarak Onbeş kıt’a gemi ve miktar askerle Anapaya hareket ederken, Trabzon’da oğlu Bektaşi Bey’i bırakmış ve Hacısalihoğlu’nuda ona danışman olarak atamıştı.
Bir müddet sonra Anapa’da hastalanarak Trabzon’a dönen Hasan Paşa’nın yerine Hazinedarzade Osman Ağa (1827-1842) vezirlik rütbesi verilerek Trabzon valiliğine atanmıştı.
Burada verilen bilgilerden Bektaş Beyle ilgili şu yorumu yapabiliriz. Bektaş Bey, Çeçenzâde Hasan Paşa’nın oğludur. 1811 yılında Trabzon valiliğine atanmış olan Hazinedarzâde Süleyman Paşa’nın Çeçenzâde Hasan Ağayı yerine mütesellim ve Kaimmakam olarak atamasıyla babası tarafından kendisine tımar verilerek (voyvoda olarak) vadiye atanmış olmalıdır. Yaptırdığı caminin 1818’de açıldığını öngördüğümüze göre bu tez uygun düşmektedir. Bununla birlikte Çeçenzâde Hasan Ağa kendisine Paşalık unvanı verilerek Trabzon’a vali olarak atandıktan sonra görev yaptığı 1925-1927 yılı arasında Bektaş Beyi Trabzon’da mütesellim ve vekil olarak görmekteyiz. Bu da demektir ki Bektaş Bey Zağpa’da 1811 -1825 tarihleri arasında kalmış olmalıdır.
Bektaş Bey görevi itibarıyla bölgeye silahşör maiyetiyle birlikte gelmiştir. Caydırıcı gücü olmaksızın burada düzeni sağlayamayacağı açıktır. Zira Trabzon’da ve diğer sahil kentlerinde durum karışık olduğundan iç kesimlerde otoritenin sağlanması önem arz etmektedir. Bu nedenle Hasan Ağa Trabzon kaimmakamı olunca en güvendiği kişi olan oğlunu burada değerlendirmiştir.
Yusuf Has Hacip 1070 tarihinde yazdığı Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi) adlı eserinde demiş ki:
-Bak iki türlü asil kişi vardır; biri “Bey”, biri “Bilge”: Bunlar insanların başıdır.
-Biri eline kılıç aldı, halkı itaat altında tutar; biri eline kalem aldı, doğru yolu bulup gösterir.
Voyvodalık nedir? Kısaca onu da izah etmek de fayda bulunmaktadır. Voyvoda terimi aslında Batı kaynaklı bir ifadedir ve sonradan Osmanlı’da da kullanılmaya başlanmıştır. Aslında bizdeki Derebeyinin karşılığı gibidir. Geniş yetkileri olan voyvodalar yönetim sınırları dâhilinde bulunan köylere güvenliği sağlamak amacıyla subaşı da atamaktaydılar. Voyvoda tarafından atanan Subaşı’ların maaşları köylerdeki ziraat erbabından kişi başına alınan birer kile buğday ve arpa ile ödenmekteydi. Voyvodalar görev bölgelerindeki halkın huzuru için güvenli bir ortam sağlama konusunda yükümlü idiler.
Bunlar bulundukları mıntıkanın intizamını temine ve orayı idareye çalışırlardı. Devlete ait menfaatin ve hâsılatın mükelleflere tevzii ve tahsili, zaruri eşyaya narh konması gibi halka külfet ve borç yükleyen hususlarda ayanla (halkın ileri gelenleri) temas ederlerdi.
Toplumda güvenliğin sağlanması ile görevli voyvodaların asayiş meselelerini soruşturma ve takip etmelerini sağlayan karakolları, suçları mahkemece kanıtlanan kişilerin tutuklu kalmalarını sağlayacak hapishaneleri vardı.
Ayrıca savaşlar ve çeşitli nedenlerle azalan zirai üretimi arttırmak, virane kalan yerleri şenlendirmek ve yol güvenliğinin sağlanması, eşkıya ile mücadele gibi görevleri de icra ederlerdi.
Ayrıca tüccarın, tatar ve diğer yolcuların yolculukları esnasında konaklama veya ihtiyaçlarını karşıladıkları mekân olan menzillerin güvenliğinin sağlanması da yol emniyetinin bir parçası olarak voyvodaların sorumluluğundadır. Tarihin her döneminde yol güvenliği sosyal ve ekonomik açıdan önemli olmuştur. Ticaret kervanlarının, ulakların, seyahat edenlerin yollarda güvenli bir şekilde gidiş-gelişlerinin sağlanması aynı zamanda bir ülke yönetiminin güçlülük ve içteki hâkimiyetinin bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Kentler arasındaki yol ve konaklama mekânlarının işlek olması da ekonomik canlılığın belirtisidir.
19. Yüzyılın başında Zağpa güzergâhı çok kullanılan bir hat olup, geçiş noktası durumundadır. Kelkit ırmağı üzerinde bulunan az sayıdaki köprünün biri de köyün hemen altında ırmağa yuvarlanmış iki kayanın bulunduğu yerdedir. Bu köprü günümüze ulaşmamış olsa da aynı yerde bugün de bir köprü bulunmaktadır.
Bektaş Beyin konağını burada yaptırmış olmasının nedeni de budur. Vadiyi buradan idare etmiştir.
Bektaş Bey’in caminin ilerisinde bulunan ve günümüzde Konak Mahallesi olarak bilinen yerde Kelkit Nehrine bakar vaziyette kendisine bir konak ayrıca umuma hizmet verecek şekilde bir hamam inşa ettirdiği rivayet edilmektedir. Maalesef her ikisi de günümüze intikal edememiştir.
Bu açıklamaları doğrulayacak en önemli kanıtı 2013 yılının Ramazan Bayramının 2. günü Zağpa’ya yaptığım ikinci ziyarette elde ettim. Bu ziyaretimde köyde eski mezarlıkta tarihi mezarların bulunduğunu öğrenince burada da bir inceleme yaptım. Bektaş beyle ilgili olduğu söylenen ve eşi olabileceği rivayet edilen sandık tipi bir mezar taşını fotoğrafladım. Burada Osmanlıca kitabeli başka mezarlarda bulunmasına rağmen bu mezar ve kitabesi çok dikkat çekicidir. Ayak ucundaki mermer taşın işlemesinden bir bayan mezarı olduğu açıkça belli olan mezarın kitabesi sağ tarafında biraz kırık bulunmaktadır. Buna rağmen okununca anlaşıldı ki Hasan Paşa’nın hanımına ait bir mezardır. Hasan Paşa oğlunu Zağpa’da görevlendirirken hanımını yanı Bektaş Beyin annesini de onunla birlikte yollamıştır.
Hüve’l-Hallâku’l-Bâki (O,yaratıcı ve sonsuzdur)
el-Hacc Hasan Paşa Zâde halilesi ……..merhume ruhuna Fatiha sene 1233 (1817)
Dikkat edilirse bu tarih Bektaş Beyin Zağpa’da bulunduğu tarihler içinde kalmaktadır.
Sandık mezarlara sembolik lahit de denir. Bu mezarın en büyük özelliği Prof.Dr. Halil Çal ve Gazenfer İltar’ın Giresun Valiliği’nin sponsorluğunda hazırlamış olduğu Giresun İli Osmanlı Mezar Taşları isimli kitapta yer almamış yani tespit edilememiş olmasıdır.
Bektaş Beyin yaptırdığı cami ise büyük oranda özgün haliyle günümüze intikal etmiştir. Bu bölümden sonra caminin detayları anlatılacaktır. Detayları inceleyince sizler de göreceksiniz ki böyle güzel bir camiyi inşa ettiren kişi sıradan bir kişi olamaz. Bilgi ve becerisiyle, eğitim ve görgüsüyle üst düzeyde bir şahsiyettir. Aksi takdirde tüm detaylarıyla bize böyle güzel bir sanat eserini kazandıramazdı.
Cami dikdörtgen planlı olup kıbleye doğru uzundur. Son cemaat yeri de bulunmaktadır. Cami dıştan dışa 15x 10 adımdır. Dış duvarları kesme taşla çok kalın (yaklaşık 1 metre) olarak örülmüştür. Aralarda çepeçevre ahşap hatıllar konularak depreme karşı mukavemet kazandırılmıştır. Alt pencerelerinin kenarları taş söve ile şekillendirilmiş, nişler açılmış dışına demir mazgal konulmuştur.
Son cemaat yerinden sonra tüm söve ve diğer aksamı kesme taştan olan kapı girişi vardır. Burada kabartma sütunlar, kemer ve taç yapılarak girişe ayrı bir estetik kazandırılmıştır. Keza ahşap kapısı da özel işçilikle yapılmış, üzeri metal işlemelerle süslenmiştir. Ancak özgün halinde ahşap olan son cemaat yerindeki ahşap sütunlar çürüdüğü için sökülerek beton olarak yeniden yapılmıştır. Caminin minaresi de aynı şekilde 1996 yılında sonradan beton olarak inşa edilmiştir. Keza bir de abdest alma yeri şadırvan yapılmıştır.
Görüldüğü gibi caminin kitabesi yoktur. Üste ise Maşallah yazmaktadır. Kayıp olan kitabenin yerine aynı zamanda Nahhat olan Araştırmacı-Yazar tarafından kitabe yerinin ölçülerine uygun olarak aşağıdaki kitabe yazılarak Muhtarlığa hediye edilmiştir.
Bektaş Bey Camii şerifi / Bu camii şerif Karahisar-i Şarki hanedanından / Trabzon Valisi Çeçenzade Hacı Hasan / Paşa’nın oğlu Bektaş Beğ tarafından / inşa ettirilmişdir. Sene 1234 (1818-1819)
Bilmillahirrahmanirrahim diyerek caminin içine adım attığınızda insan heyecanlanmakta ve ister istemez dağın başında bu ne güzellik, bu ne huzur veren yapı demektedir. Caminin içi 70 metrekare civarındadır.
Mihrabın üstündeki hatlarda genelde müsenna (aynalı-simetrik) tarzda yazılar dikkat çekmektedir.
Maşa-Allah – Muhammed
Muhammed, Ya Fettah, Maşa-Allah
Caminin tavanı ayrıca köşelerden itibaren ahşap sütunlarla desteklenmiştir. Tavan süslemelerindeki işçilik göz alıcıdır. Diğer ahşap işçilikleri de aynı şekildedir. Minber ve kürsüsü de özgündür. Mihrabı da dâhil tüm tezyinatında kök boyası kullanılmıştır ve bozulmadan orijinal haliyle günümüzü intikal etmiştir.
Camideki işçilik Alucra, Çamoluk (Mindeval) hatta Karahisar’daki diğer camilerle kıyaslandığında benzerinin olmadığı bu cami için hiçbir masraftan ve fedakârlıktan kaçınılmadığı görülmektedir. Nahhatlar, hattatlar, dülgerler, taş ve demir ustaları ve mimar getirilerek sanatının en ileri seviyesinde olanların çalıştırıldığı her halinden belli olmaktadır.
Caminin içine üst kat veya balkon diyebileceğimiz ikinci bir cemaat yerinin yapılmış olması o zamanlar cemaatinin çokluğuna işaret etmektedir. Muhtemelen yakın köyler olan Eğnir, Ozan, Fındıklı ve Koçak gibi yakın köyler ile diğer civar yerlerden Cuma namazı için gelenlerde bulunduğundan nispeten büyükçe bir cami inşa ettirilmiş olmalıdır. Caminin içinin aydınlık olması için ayrıca üst pencereler de konulmuştur. Bu pencereler dıştan dar, içeriye doğru açılı dolayısıyla geniş olarak tasarlanmıştır.
Caminin kürsüsü kündekâri tekniği ile yapılmış olup, birbirine geçme ağaçlarla motif oluşturulmuş ve dağılmayı önlemek için ahşap çivi ile desteklenmiştir.
Çatının ağırlığı köşelerden itibaren ahşap kolonlara taşıttırılmış, mukavemet kazanmaları için de eli belinde diye tabir edilen kemer sistemi ile desteklenmiştir. Bu nedenledir ki inşa ettirildiği tarihten itibaren yaşanan pek çok depremden sağ salim çıkmıştır. Oysa deprem nedeniyle bölgede pek çok caminin yıkıldığı veya zarar gördüğü bilinmektedir. Bunda caminin inşa edildiği yerin kayalık zemin olmasının da önemi büyüktür.
Caminin tavan süslemelerinde ahşaptan geometrik desenler kullanılmış, her biri kök boylarla ayrı renklere boyanarak renk iç açıcı bir hava ve ferahlık kazandırılmıştır.
Tüm detaylarda olduğu gibi caminin minberi de ahşap, kök boya ve hatlarla kombine edilerek diğer aksamlarla uyumlu bir halde inşa edilmiştir.
Caminin minberine ise çok daha fazla özen gösterilmiştir. Buradaki taş, hat ve kalem işçilikleri dikkat çekici güzelliktedir. Merdiven kısmındaki hatta “Ashab-ı Kehf”in isimleri yazılmıştır. “Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş, Kefestatayyuş, Kıtmir”.Sol üstte ise dört halifenin adı iç içe yazılmıştır.
Ebu-Bekir, Ömer, Osman ve Ali (r.a)
Minberin sağ tarafında ise üstte Besmele-i Şerif bulunmaktadır.
Merdiven kısmında ise La ilahe illallah Muhammedurrasulullah ve Âl-i İmran Suresi 39.Ayet: Fenadethül-melaiketü ve hüve kaimün yusalli fi’l-mihrâb yazılıdır .
Burada ilginç bir detay dikkat çekmektedir. Duvarda çizilmiş alemlerden sağdakinin alt tarafı soldakinden kalındır.
Tüm bu güzelliklerin yanında üzücü olan caminin kitabesi ile mihrapda bulunan kabartma bir halı ve el yazması bir Kur’an-ı Kerim’in zaman içinde çalınmış olmasıdır.
Şimdilerde caminin bulunduğu yerde, yakın civarında 4-5 ev ancak bulunmaktadır. Bu nedenle cami genelde kapalı tutulmaktadır. Diğer evler de dağınık ve uzak olduğundan sürekli ve kalabalık bir cemaati yoktur. Bu nedenle üzerine titrenmekte değeri ve ne anlam ifade ettiği iyi bilinerek gelecek nesillerin bir emaneti addedilerek korunmaktadır. Yöremizde böyle eşsiz bir eserin bulunuyor olması gerçekten gurur vericidir.
Bektaş Bey Camii çok huzurlu müferrih (ferah) Cennet Sarayı misali bir camidir. Allah C.C. bina edeni, koruyanı ve burada namaz kılanı cehennemden baid (uzak) eylesin. Bu nevi eserlerin kıymetini bilmeyi de hepimize nasip etsin. Amin.
Bu çalışmadaki yardımlarından dolay Osmanlıca Tarih Edebiyat ve Tarih-i Kadim üyeleri ile camiden çıkan belgeleri benimle paylaşan Çamoluk Zağpa’lı hemşehrim Ahmet Karakirpik’e, Muhtar Adil Ünal’a, Zağpa Net’in sahibi Muhsin Aydın’a, ilk gidişimde aracıyla beni yukarı Zağpa’ya götüren Çamoluk Fındıklı Köyünden Fevzi Arabul’a ve yine Çamoluk Yeniköy’den Dursun Kayabaşı’na çok teşekkür ederim.
Saygılarımla,
Murat D. Tosun
Diğer kaynaklar:
http://www.zagpa.net/bayir-koyu.html
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87camoluk
http://www.giresun.com.tr/gpdf.pdf
https://muratdursuntosun.wordpress.com/2013/02/16/tarihte-alucranin-bagli-oldugu-idare-merkezleri/
http://www.muratpasa.gov.tr/sayfalar/idare1.pdf
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/26/196.pdf
http://www.egeweb2.ege.edu.tr/tid/dosyalar/XVIII-1_2003/TIDXVIII-1_2003-02.pdf
http://e-dergi.atauni.edu.tr/index.php/taed/article/viewFile/1436/1432
yapmış olduğunuz bu tesbitleri ve elde edilenleri halkın bilgisine sunduğunuz için sizlere teşekkür ve tebriklerimi sunuyorum
BeğenLiked by 1 kişi
Ünsal Bey, Uluçeçenlerin Çeçenzâde el-Hac (Hacı) Hasan Paşa ve dolayısıyla Bektaş Bey’le akraba olduğunuzu biliyorum. Hasan Paşa ile ilgili çok kapsamlı bir araştırmam devam ediyor. Onunla ilgili çok sayıda belgeyi okudum. Fakat araştırdıkça yeni belgelere ulaştım onların da okuması bitince yayınlayacağım İnşa-Allah. Bunun için biraz daha zaman gerekli. Küçük bir kitap olacak bilgiler, detaylar var.
BeğenBeğen
Murat Bey, öncelikle ellerinize, emeğinize sağlık, gerçekten olağanüstü bir çalışma olmuş, Ben Zağpa’lıyım ve sonuna kadar merakla heyecanla okudum, Bu tür çalışmalar eskiden beri ilgimi çekmiştir. Doğduğum ve büyüdüğüm topraklarda yaşananlara ilişkin güzel fikirler edindim sayenizde. Çalışmalarınızın devamını dilerim.
BeğenLiked by 1 kişi
Bünyamin Bey, çok teşekkür ederim. Sizin gibi duyarlı insanların tebrik ve teşviki olduğu sürece İnşaallah çalışmalarımız devam edecektir. Kim bu Bektaş Bey, sorusunun cevabını halen aramaktayım. Babası ve onunla ilgili çok sayıda belgeyi okudum. Biraz daha var. Belki bunları bir kitap yapabiliriz. Özetle şimdilik şunu söyleyebilirim. Bektaş Bey, babasının borçları yüzünden sefalete düşmüş. O sülaleden gelenler daha sonra devletten yardım talep etmişler. Perişan olmuşlar. Nereden nereye.. 13 dosya okundu 5-6 tane kaldı. Çeçenzâde Hasan Paşa aslen Karahisar’lıdır. Dolayısıyla oğlu Bektaş Bey’de….
BeğenBeğen
Murat bey almalarnz gerekten beni heyecanlandrd erlen bigilerle ilgilenen zapallarda taktirle karladm bu tr bilgi edinmeler houma gidiyor ok belge inceledin incelemeye de devam ediyorum kitap haline getireceim diyorsunuzbelliki bukonuda ok belgeye sahipsiniz.Dikkatimi eken bir bilgi oldu hachasan paa fakr zarurete dt borlarn Bekta bey dedi eklinde hi bir bilgiye sahip olmadm geri benim aqlmalarm geni apl olmad ufak defek edindiim bilgilerden ibaret.Bildiim udur hep ok alm padiaha yakn olmu 1830 ylnda rahmetli olduunda da bizat kendi kaleminden huvelbaki yazarak mezar tana kaznmasn istemitir-Mezatta Tokat mzesinde bulumaktadr.Bir aklm kurcalayan Bekta bey maln mlkn vakfa brakmtr vakf gelirinden mekkeye pay gnderilmesini istemitir.Olu bu ekilde iken babasnn fakruzarurete dmesi nassl olabilir diye bir sual belirmektedir.Bu husu da bilgileriniz arasna dahil ederek deerlendirmenizi almak isterim almalarnzda baarlar dilerim.Ayrca kitap yazacanza da ok memnun oldum faideli olacana inanyorum salklar sevgiler
Date: Fri, 22 Nov 2013 20:55:11 +0000
To: unsalulucecen@hotmail.com
BeğenBeğen
Yazınızın formatında sanırım bir sorun var. Yorumunuzu tekrar gönderebilir misiniz?
BeğenBeğen
murat bey ben dernek başkanı ibrahim Aydoğdu. bektaşbey camii ski tarihi eserlerde ve vakıflarda hiçbir kaydı bulunmuyor. buralarda kaydının bulunabilmesi için sizlerden yardım talep ediyorum. şimdiden köyüm adına teşekkür ederim. saygılar.
BeğenBeğen
İnşa-Allah, Çeçenzâde Hasan Paşa ve Bektaş Bey’le ilgili geniş kapsamlı araştırmamı bitirdikten sonra o konuyla da ilgilenirim.
BeğenBeğen
Murat Bey araştırmalarınız için teşekkür ederim ,Zağpa Köyü ve Bektaş bey camiinden sayenizde haberim oldu . Çeçenzade hacı Hasan Paşa bilindiği gibi Çeçendir.Benim merak ettiğim elinizdeki belgelerde kendisi ve ailesine ait bir arma , işarete rastladınızmı .Belki biliyorsunuzdur , Sülalenin bir kısmı Sivas Suşehri Yeniköy ‘ e yerleşmiştir .Belki araştırmalarınızda faydası olur , Uluçeçenlerle kan bağımız var dolayısı ile ancak birbirimizi tanımıyoruz. Ben de Çeçenzade Hacı Hasan paşanın torunlarındanım , Yeniköyde Çeçen büyüklerimizin yaptırdığı eski bir hamam vardır..Birde geniş kapsamlı bir soy araştırması varmı elinizde , en önemlisi Çeçenlerde kabile isimleri vardır .Bununla ilgili bilgi ve belge, arma soy işareti varsa bende öğrenmeyi istiyorum .Muhtemelen resmi yazışmalarda kullanılmış olabilir.bir de Çeçenzade hacı hasan paşanın kamaları yüzükleri istanbul’ a gönderilmiş II. Mahmut zamanında muhtemelen bir müzededir. Belki bu eşyalarda bir arma ,soy işareti olabilir .Tekrar teşekkür ederiz araştırmalarınız için . Kitabınızdan haberdar olmak isterim.
Saygılarımla
Nazım ÖRKİ
BeğenBeğen
Nazım Bey, ilginiz için ben de size teşekkür ederim. Sorularınızın cevabı çalışmanın bitiminde netlik kazanacaktır. Ancak şimdiden şunu söyleyebilirim ki armadan ziyade paşanın kullandığı bir mühürü var. Bunda ismi yazmıyor. Mâ raâhu’l-mü’minûn fe-hüve indallahi hasen (güzellik, güzel olmak)
Müminlerin görüşü Allah’a hoş gelir şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Saraya yazdığı yazılarda bile bu mührü kullanmış. Vezaretinin öncesinde ise isim yazmış. Kabile isimleri var, okumakta bile zorlanıyoruz. Biraz daha sabredin. Saygılar.
BeğenBeğen
Murat bey belgeleri okudum cok guzeldi. Bektaş beyin camii yaptirdigini şimdi öğrendim.Bektaş beyin gerçek torunlarindan biriyim.Benim ismim zaten Bektaş.Bektaş bey buyuk buyuk dedem oldugu icin benim ismi mi de Bektaş komuslar .Diger bilgileri ne zaman yayinlayacaksiniz acaba
BeğenBeğen
Bektaş Bey’in Şebinkarahisar’da kurduğu vakfı da var. Bunu biliyormuydunuz?
BeğenBeğen
yok bilmiyordum şimdi haberim oldu
BeğenBeğen
güzel memleketime bu güzel eseri yapdırandan emegı gecen her kesden allah razı olsun
sade bu güzel camimizin etrafına güzel camların ekılmesi cevre bakımı yapılması birde gece işiklandırması olmasını isterdik eserlerımıze gözümüz gibi bakmalıyızkı bızden sonrakı gençlerımız de geleceklerıne bakımlı tarihleri bırak sınlar dılerım şakir küçükkurt
BeğenBeğen
Murat Dursun bey., Hacı Hasan Paşa ile ilgili çalışmalarınızı yakından takip ediyorum. Allah razı olsun. Emeklerinize sağlık. Öncelikle belirtmem gerekir ki, konuya ilgi duymam Rahmetlinin etnik kimliğindeki “çeçen” ibaresinden ve Alem-i İslama Faş ve Anapa’da yaptığı hizmetlerden dolayı oluştu. Bir süredir kafkasya ve özelde çeçen kültür ve sanatı hakkında çalışmalar, yayınlar yapan bir akademisyenim. İstanbul Gelişim Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarımı Bölümü başkanı olarak çalışıyorum. Aslen de çeçen kökenliyim. Bu yıl üçüncüsünü yayınlayacağım editörlüğünü yaptığım “YİTİK KULE / Çeçen Kültür Yıllığında” Çeçenzade Hasan Paşa hakkında, (şüphesiz ki sizin çalışmalardan edinilen bilgilere dayanarak) bir tanıtım yazısının olmasını arzuluyorum. Görüşmek ve konu hakkında sohbet etmek isterim. selam ve saygılarımla.. Doç. EROL YILDIR.
BeğenLiked by 1 kişi
Murat Dursun bey bu sıralar köyümle ilgili araştırmalar yapmaktayım, bugün Aziz köyü ile ilgili yazınızı okudum, Ben bu köyün yerini çok iyi biliyorum size bu köy ile ilgili link göndereceğim. http://acikerisim.fsm.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11352/862/Fatsa.pdf?sequence=1
BeğenLiked by 1 kişi